Cübbeli Ahmet Hoca'mızın Hayatını Baba Yusuf ÜNLÜ Anlatıyor:
“Ahmet, 27 Şubat 1965 yılında Fatih Çarşamba’da dünyaya geldi. Ahmet’in
doğduğu ve çocukluğunun geçtiği ev, İsmailağa Camisi’ne çok yakındı. O,
henüz üç yaşlarında iken benimle birlikte İsmailağa Camisi’ne gidip
gelmeye başladı. O kadar küçüktü ki, bazi cami cemaati, Ahmet’i camiye
getirmememi istiyordu. “Bu yaşta çocuk, camiye getirilir mi?”
diyorlardı. Ezan okunduğunda evden çıkmamla beraber peşime takılır,
beraberce camiye giderdik.
İsmailağa Camii o zamanlar bu derece yoğun ilgi odağı değildi. Mahmut
Hocaefendi’nin cemaati bugünkü gibi olmadığı için, namaz sonlarında
onunla oturup mihrapta muhabbet eder, beraberce camiden çıkardık.
Yine bir gün namazdan sonra camiden, Mahmut Efendi ile birlikte
çıkıyorduk. Karlı bir hava vardı ve eski İsmailağa Camisi’nin
merdivenleri buz tutmuştu. Efendi Hazretleriyle beraber merdivenlerden
iniyorduk. Yaklaşık olarak dört yaşlarında olan Ahmet’te yanımızdaydı.
Ahmet bir anda elimden fırladı, o buzlu merdivenlerden kayarak yere
düştü. Ben o sırada Ahmet ‘i tuttum ve ona sitem ettim. Sitem edince ,
Efendi Hazretleri dedi ki :
-Sen ona fazla kızma, onun terbiyesini bize bırak, zira biz ona gerekli
terbiyeyi öğretiriz, dedi. İsmailağa Camii Şerifi Ahmet’in ikinci evi
olmuştu. Efendi Hazretleri’nin de manevi himayesine girmişti. Evde
olmadığı zamanlarda başka yerde aramamıza gerek yoktu, biliyorduk ki
Ahmet Camidedir.
Cübbeli Lakabı
O zamanlar caminin karşısında terzi Fahri Efendi vardı. Fahri Efendi,
bizzat Efendi’nin hizmetinde bulunurdu. Küçük Ahmet ilk ilim tahsilini
Fahri Efendi’den aldı. Fahri Efendi’nin de küçük Ahmet’in Yaşlarında bir
oğlu vardı, bir de aynı mahallede bir doktor komuşuları vardı, onun da
aynı yaşlarda bir oğlu vardı. Bu üç çocuğa Fahri Efendi ders vermeye
başlamıştı. İşte küçük Ahmet ‘in ilk ilim tahsili bu şekilde başlamış
oldu.
Küçük Ahmet o dönemlerde cübbe ve sarığa çok meraklıydı, annesinin
nazmazlığını alıp başına sarar, namaz kılardı. Kibrit kutusundan cami
yapar, çöplerinden de cemaat yapar ve onlara namaz kıldırırdı. Fahri
Efendi’den ders aldıkları sırada, doktorun oğlunun da adının Ahmet
olması üzerine, Fahri Efendi bu iki çocuğa hitap etmede karışıklık
olmasın diye, Bizim Ahmet’e “Cübbeli Ahmet” ismini koydu. O gün
bugündür, Ahmet Hoca “Cübbeli Ahmet “ diye anılır oldu.
Küçük Ahmet çocukluk yaşlarından itibaren cübbe giymeye başladı, o
zamanlar cübbe şalvar giyilmediğinden bu kadar küçük bir çocuğun cübbe
giymesi çevrede dikkat uyandırıyordu.
Dedesinin etkisi
Ahmet’in yetişmesine ve manevi iklimlerde dolaşmasına dedesi Cahit Beyin
de çok büyük katkıları olmuştu. Dede Cahit Bey torununa geçmiş
ümmetlerin kıssalarını, Peygamberimiz Sallelahü Aleyhi ve Sellem’in
hayatını ve geçmiş büyüklerin menkibelerini anlatırdı. Ahmet, dedenin bu
anlattıklarını büyük bir dikkatle dinler, ara sıra dedesine sorular
sorardı. Bazen dedesinin anlattıklarının etkisinde kalır, duyduklarını
uygulamaya çalışırdı.
Küçük Ahmet, akranlarından çok farklı hareketler içinde olup, araştıran
ve çok soru soran bir karakter sergiliyordu. Kendinden büyükleri muhatap
alır, onlarla konuşur, sorular sorar cevaplarını almaya çalışırdı.
Oyun oynadığı arkadaşları kendisinden büyük olmasına rağmen, her oyunda
arkadaşlarına öncülük ederdi, o tarihlerdeki bu hareketleri onun ileride
bir lider olacağının habercileri idi. Bir gün ağlayarak eve gelir.
Annesi:
- Oğlum niçin ağlıyorsun? diye sorar.
- Arkadaşlarım bana sünnetsiz diyorlar, ben sünnet olacağım.
Annesi durumu izah etmeye çalışmışsa da, küçük Ahmet ikna olmuşa
benzemez.
Evde kimsenin olmadığı bir gün; Ahmet, sünnetçi Sadettin Efendi’yi eve
getirmiş ve sünnetini yaptırmış. Annesi eve geldiğinde bir süprizle
karşılaşır, Ahmet sünnet olmuş yatıyor, sünnetçi Saadettin Efendi’de baş
ucunda bekliyor”.
Okul Yılları
Okul çağına geldiğinde, bir taraftan Kur’an Kursuna devam ediyor, diğer
taraftan da Yavuz Selim İlkokulu’nda öğrenimine devam ediyordu. İki
tarafı da başarı ile devam ettiriyordu. Ahmet, ilkokul dördüncü sınıfta
okuyordu. Annesi küçük Ahmet'in okula gitmediğini, bazı günlerde okuldan
kaçarak İsmailağa Camisi’ne gittiğini tespit eder. Durum baba Yusuf
Ünlü’ye bildirilir. Baba oğlunu karşısına alır ve niçin okula
gitmediğini sorar.
Ahmet’in cevabı enteresandır.
- Okula gidiyorum, bazen erken çıkıp camiye gidiyorum. Okulda bana
öğretilenleri biliyorum, öğrenmek istediklerimi camide öğreniyorum.
Baba Yusuf Ünlü anlatıyor:
- "Bir gün Yavuz Selim İlkokulu’na gittim, Ahmet’in öğrenimi hakkında
öğretmenlerinden bilgi alacaktım. Okul müdürü Ahmet’in ders hocasını
çağırdı ve bizi hoca hanım ile tanıştırdı. Ben hoca hanıma Ahmet’in
durumu hakkında bilgi almak için geldiğimi söyledim ve Hoca Hanıma:
- Edindiğim bilgiye göre Ahmet’in okula devamsızlığı varmış dedim.
Hoca Hanım bana:
- Sizin yanlışınız var, o okula her gün geliyor, dedi. Ben annesinin
şikayetçi olduğunu, hatta bugün sıkı tembihte bulunduğumu söyleyince,
Hocası:
- Ahmet okula geliyor, isterseniz buyurun sınıfıma gidelim, çocuklarla
konuşun, dedi. Bunun üzerine biz de sınıfa gittik, hoca hanım beni
çocuklara tanıttı:
- Mahmut’un babası gelmiş, dedi çocuklara. Okulda ona Mahmut diyorlardı.
Çocuklar hep bir ağızdan:
- Hocamızın babası diye yüksek ses ile bağırdılar.
O sırada beni hayli duygulandıran bir hadise oldu. Bir çocuk gelerek,
benim pardösümden tuttu ve bana:
- Amca! Mahmut var ya, bana Allah’ı, Peygamberi tanıttı dedi.
Hoca Hanım diğer çocuklara, Mahmut’tan memnun olup olmadıklarını, okula
devam edip etmediğini sorduğumu söyledi. Gene çocuklar hep bir ağızdan:
- Memnunuz, o bizim hocamız diye bağırmaya başladılar.
Hoca hanım bana :
- Mahmut’un devamsızlığı yok ama, çok konuşuyor. Bütün çocuklara burada
din dersi veriyor, oğlum sus diyorum, biraz susuyor sonra gene başlıyor
anlatmaya dedi”.
Baba Yusuf Ünlü’yü dinlemeye devam edelim:
- “Ben o yıllarda, şimdi rahmetli olmuş ismini vermek istemediğim bir
hoca efendinin sohbetlerine katılır, ses kasetlerini eve getirir, ailece
hoca efendinin sohbetlerini teyp kasetinden dinlerdik. Yine bir gün
evde hoca efendinin vaaz kasetini dinliyorduk,
Ahmet’e:
- Gel evladım sende dinle, hoca efendi ne güzel vaaz ediyor dedim. Biraz
dinledikten sonra Ahmet’in bize verdiği cevap hepimizi şaşkına çevirdi:
- Bu hoca anlattığı ile amel etmiyor baba dedi. Neden? diye sordum:
- Yok! Bu anlattığı ile amel etmez dedi ve koşarak evden çıktı.
Aradan zaman geçti, okullar tatile girdi. Ailece tatil yapmak için
Yalova Termale gittik . Tevafuk bu, orada bu hoca efendi ile
karşılaştık. Ben, Ahmet’e hocanın elini öpmesini söyledim, bunun üzerine
gelip hocanın elini öptü ve hocaya dedi ki :
- Hocam, çok güzel konuşuyorsunuz maşallah, babam bir kasetinizi
dinletti, çok güzel konuşuyorsunuz ama, anlattıklarınız ile niçin amel
yapmıyorsunuz? diye sordu. Hoca bir anda böyle bir soru ile
karşılaşacağını beklemediğinden çok şaşırdı ve :
- Evladım: neyi yapmıyorum ? dedi .
- Sizin buraya gelmeniz hata, böyle bir ortamda bulunmamanız gerekir,
çünkü siz İslam’ı temsil ediyorsunuz, dedi”.
İlk Vaazı
Ahmet ilkokulun dördüncü sınıfındaydı. Yaz tatilinde babası ile birlikte
memleketlerine giderler. Küçük Ahmet okul hayatının dışında sarık
sarar, cübbe ve şalvar pantolon giyerdi. Babası memleketlerine giderken
yeni bir takım elbise alır ve oğluna zorla da olsa takım elbise
giydirir. İstemeyerek de olsa Küçük Ahmet babasının aldığı yeni
elbiseleri giyerek ailece memleketlerinin yolunu tutarlar. Annesi
Ahmet’in ahlakını bildiği için her ihtimale karşı bir takım cübbe ve
şalvar pantolonu da yanına alır.
Uzun bir yolculuktan sonra memlekete varılır. Küçük Ahmet rahatsızlanır,
bir hafta evden dışarı çıkmaz. Anne oğlunun rahatsızlığının teşhisini
koyar. Küçük Ahmet cübbe giymediği için hastadır ve bu yüzden evden
dışarı çıkmamaktadır. Durum babaya anlatılır, baba da durumu oğluna
sorar, Ahmet ses çıkarmaz ama babasının babasının istediğini
giyebileceğini söylemesi üzerine yüzünde tatlı bir tebessüm belirir.
Üzerinde ki elbiseleri çıkarır, cübbe ve şalvar pantolonu giyer, sarığı
da başına sardıktan sonra hastalığından eser kalmaz.
Babasına der ki:
- Baba benim kıyafetime karışma, ben cübbeyle ve şalvarla rahat
ediyorum. Takım elbiseyi giymektense, hasta olmak daha iyidir.
Baba Yusuf Ünlü anlatıyor:
- “Beldemizin müftüsü ile iyi bir dostluğumuz vardı. Bir gün müftü
efendi ile sohbet ederken Ahmet’ten bahsettim. Sohbetimiz esnasında söz
döndü dolaştı vaazlara geldi. Ahmet’in bu hafta camide vaaz
edebileceğini söyledim. Müftü efendi bu teklifimi kabul etti. Akşam
durumu Ahmet’e anlattığımda sadece tamam dedi. Ertesi günü namazdan bir
saat önce Ahmet’i alarak müftüyü makamında ziyaret ettik. Müftü daha
büyük birini beklediğinden küçük Ahmet’i görünce şaşırdı:
- Bu daha çocuk, nasıl vaaz edecek? Buralar ufak yerlerdir, dedikodu ve
söylenti çok olur dedi. Müftü efendi şaşkınlığını üzerinden atmadan,
hangi konu hakkında vaaz edeceğini sordu.
Küçük Ahmet:
- Allah ne söyletirse onu söyleyeceğim, hazırlığım yok, içimden geldiği
gibi konuşacağım, dedi. Bunun üzerine müftü:
- Peki hiçbir mevzu düşünmedin mi? diye sorunca, Ahmet:
- Babamın söylediğine göre , bu memlekette içki, kumar ve faiz çok ileri
derecedeymiş. Biraz bunlardan bahsedeceğim. Bunun üzerine müftü efendi:
- Ben bunu kürsüye çıkarmayayım , mihraptan konuşsun, zira bir yanlış
olursa ben hemen müdahale ederim, dedi.
Hep beraber camiye gittik. Ahmet mihraptan vaazına başladı, cemaat pür
dikkat dinliyordu, herkeste bir şaşkınlık vardı, bu yaşta bir çocuğun bu
şekilde vaaz edebileceğini düşünemiyorlardı. Vaazı bitirdi, namazı
kıldık, çıkarken başta müftü efendi olmak üzere, bir çokları
tebriklerini beyan ettiler”.
Kendini Tamamen İlme vermesi
İlkokul bittikten sonra, Fatih Koleji’nde orta öğrenime başladı. Bütün
ağırlığını, Kur’an kursunda Kur’an ilmini öğrenmeye ayırdığı için,
kolejdeki derslerine hiç çalışmaz ve ilgilenmezdi, sadece iş olsun diye
koleje gidiyordu. Kolejle ilgilenmemesine rağmen yine de birinci sınıfı
birincilikle bitirdi.
Fatih Koleji’nde: Cuma günleri sınıftaki arkadaşlarını bir araya toplar,
hep beraber Cuma namazına getirirdi.
Küçük Ahmet artık büyümüştü. Fatih Koleji’nin ikinci sınıfına başlamıştı
ki, zaten istemeyerek gittiği okulunu bırakmaya karar verdi. Konuyu
önce annesine, arkasından da babasına açtı. Her ikisinden de destek
görmedi. Fakat o bir defa kafasına koymuştu , okulu bırakacaktı ve
düşündüğünü de yapmakta geçikmedi. Okulunu bıraktı. O Kur’an ilmini
öğrenecekti, büyük bir İslam Alimi olacaktı. Tek ideali buydu, bunun
için gücünün yettiği kadar çalışacaktı. Ailesine kararını bildirdi,
ailesi Ahmet’in kararlılığı karşısında, aldığı karara evet demekten
başka bir yol göremediler.
Bundan sonra Ahmet bütün yoğunluğu ile İsmailağa Kur’an Kursu’ndan ders
almaya başladı. Ona gündüzler yetmiyor, geceler de çok kısa geliyordu.
Uykuyu yok denecek kadar kısa uyuyordu. Bu şekilde birkaç yıl geçti. Bu
arada İstanbul’daki ilk vaazını Yavuz Selim Camii’sinde verdi. Cami
hınca hınç dolu idi. Cübbeli Ahmet Hoca ilk sohbetinde dinleyenleri mest
etmiş, gelecekte büyük kalabalıklara hitap edeceğini , yüz binlerin
gönlünde sempati alanı oluşturacağının sinyallerini veriyordu.
Cübbeli Ahmet Hoca bir yandan ilim tahsilini sürdürüyor, bir yandan
vaazlara devam ediyordu. Sohbetler o derece etkili oluyordu ki her geçen
gün Cübbeli Ahmet Hoca’nın ünü yayılıyor, değişik vilayetlerden davet
alıyordu. O, sohbetlerden çok tahsilini düşündüğü için, bu davetleri
geri çeviriyor. Bütün gücüyle ilim tahsiline devam ediyordu.
Ders aldığı hocaları ile küçük problemleri oluyordu, Ahmet’in ders
temposuna diğer talebe arkadaşları yetişemediğinden, o diğer
arkadaşlarını beklemek zorunda kalıyordu. O istiyordu ki, dersleri hiç
aralıksız alayım ve bir an önce diğer derse geçeyim. Cübbeli Ahmet
Hoca’nın bu temposuna ne hocaları, ne de talebe arkadaşları ayak
uyduramadığından bazen küçük anlaşmazlıklar çıkıyordu.
Bir gün Rize’den İsmailağa’ya bir hoca geldi. Bu hoca talebelerin birkaç
dersine girdi. Hocanın ders vermesi Ahmet’in çok hoşuna gitmişti. Fakat
bu hoca birkaç gün sonra tekrar memleketine geri dönecekti. Hocanın
ders verme metodu Ahmet’i çok memnun etmişti. İşte bana ders verecek
hoca diyordu. Buradaki dersler Ahmet’e yetişmiyor, o hızlı ve seri ders
almayı istiyordu.
Bu münasebetle:
- Buradaki hocalar bana istediğim dersi vermiyorlar, beraber ders
aldığım talebeler bir dersi üç günde alıyorlar, ben onlar için üç gün
bekliyorum. Halbuki ben bu dersi iki saatte alıyorum .Ben bu hoca ile
Rize’ye gideceğim, demişti.
İlim Tahsili için Gurbet Yılları
Küçük tartışma ve itirazlar tatlıya bağlanır, bütün hazırlıklar yapılır
ve Cübbeli Ahmet Hoca , geçmiş meşayıhtan miras olarak kalan ; okumak
için gurbete çıkma geleneğini yerine getirmek için yola çıkar. Bunun ,
geçmiş büyüklerin şiarı olduğunun bilincinde olup olmadığını bilmiyoruz.
Bildiğimiz bir şey varsa o da, daha iyi ilim tahsili yapacağına
inandığı için, ailesinden, barkından ayrılmayı göze aldığıdır.
Manevi babam dediği, gönülden bağlı olduğu, küçüklüğünden bu yana manevi
Himayesinde olduğu Mahmut Hocası’ndan izin almadan ilim tahsiline
gitmesi hiç mümkün mü? O da gönlünün sultanına sorar.
Efendi Hazretleri:
-“Mesele ilim tahsili olduğu için bir şey diyemiyorum, bizimde rızamız
gitmesi yönündedir”. Cübbeli Ahmet Hoca hiç tanımadığı bir ortamda,
kendisini gece gündüz ilim tahsiline verir.
Buradaki hocası Ahmet’in bu azmi karşısında hayretten hayrete düşer.
Gece gündüz demeden çalışmalarını sürdürür, zaman olur takıldığı bir
konu için gecenin ilerlemiş saatini düşünmeden hocasına müracaat eder,
hocası uykuda ise kaldırır, takıldığı yerin cevabını alırdı.
Cübbeli Ahmet Hoca iki yıla yakın bir süre, geceli gündüzlü çalışarak
ilim tahsilini sürdürür. Nihayet orda öğrenmesi gereken ilimleri öğrenir
ve hocalık icazetini alarak İstanbul’a döner.
Hocalık icazetinden sonra da, İstanbul da hafızlığa başlar. Dört ay gibi
bir zamanda da hafızlığını tamamlar. Cübbeli Ahmet Hoca, artık hem
hoca, hem de hafızdır.
Dönüşünde Efendi Hazretleri’nin elini öper, artık şimdi kendisi de
hocalık yapacak ve talebe okutacaktır. Efendi Hazretleri onun için der
ki:
-“ Bu çocuğun ilmi vehbidir. Çok okumakla bu ilim elde edilmez. Ahmet bu
ilmin farkında değil”.
Efendi Hazretleri Ahmet’e yakın ilgi gösterir, bu ilgi az da olsa bazı
kıskançlıklara Sebep olur. Ahmet’in mütevazılığı ve alçak gönüllülüğü bu
küçük problemlerin kolayca çözülmesini sağlar. Hocalık ve hafızlıktan
sonra , kendisini ilmi araştırmalara verir. Gündüzleri gecelere katarak
araştırmalarını genişletir. Sabah namazlarına kadar çalışır. Araştırma
ve okuma istediğinden dolayıdır ki, çok geniş bir kütüphaneye sahip
olur. Aynı yıl yani, 1983 yılında 17 yaşında hacca gider.
Ahmet hacca gidip geldikten sonra, İsmailağa’da bazı hocalardan dersler
almaya devam etmekle kalmadı aynı zamanda, “Tillo’da yetişmiş bazı büyük
alimlerden dersler aldı. Ahmet Hoca hem kendisi alıyordu, bir taraftan
da kendisi talebe yetiştiriyordu. Ahmet Hoca bütün yaşamını ilim
tahsiline ayırmıştır. Babası Yusuf Ünlü’nün işleri çok iyi durumdadır.
Devrin en çok kazanan sanayicileri arasında bulunmaktadır. Babasını
ekonomik dururmunun bu derece iyi olması Ahmet Hoca’yı hiç ama hiç
etkilememektedir. Bu konuda zaman zaman eleştirilere uğrar:
“Babanın durumu son derece iyidir. Sen ise kendini kurslara kapatmış
ilim öğrenip, ilim öğretmekle meşgul olmaktasın”. Cübbeli Ahmet Hoca bu
eleştirilere çoğu kez kulak tıkar, çok ısrar edenlere de “Biz yolumuzu
bulmuşuz: Bizim yolumuz Allah ve Resulünün yoludur, dünya işleriyle bir
alakamız yoktur”.
Cübbeli Ahmet Hoca’nın ilim tahsilini tamamlamasına rağmen araştırmaları
devam etmektedir. İslami ilimleri en detayına varıncaya kadar öğrenmek
ve öğretmek amacındadır. Bu noktada Mahmut Efendi Hazretleri’nin; “
Cübbeli gibi ibare okuyan bir hoca görülmedi” sözü onun üstün zeka ve
ilim öğrenmedeki gayretini açıklamak için yeterlidir.
Cübbeli Ahmet Hoca’nın bu insan üstü gayret ve başarısı, bazı küçük
kıskançlıkla da sebebiyet vermektedir. Bazen bu kıskançlıkların dozunun
arttığı olmuştur. Bu durumlarda Efendi Hazretleri olaya müdahale eder ve
işi yatıştırırdı.
Cübbeli Ahmet Hoca bu arada eş dost arasındaki küçük küçük vaazlar
etmeye başlamış, bu vaazları dinleyenler arasında çok beğenilir olmuştu.
Bugün yaşı br hayli ilerlemiş olmasına rağmen kendisini ziyaret
ettiğimiz Hüseyin Efendi’den(Hüseyin Hekimoğlu) Cübbeli Hoca’nın
sohbetlerini ilk dinleyenlerden olduğu için bilgi aldık.
“Bundan on beş veya yirmi yıl önceydi, vakit namazını kılmak için
Fatih’te girdiğim bir Cami de namazdan sonra çocuk denecek yaşta bir
hoca kürsüye çıkarak vaaz etmeye başladı. Dikkatimi çekti, dinelemeye
başladım… Bu sohbet sıradan bir sohbet değildi, bu çocukta enteresan bir
durum vardı, sohbeti beni çok etkilemişti. Sohbetin bitiminde kendisini
tebrik ederek Rabbimin nazardan koruması için dua ettim. Bir daha ne
zaman sohbet edeceğini sordum… O gün bu gündür Hoca Efendi’nin
sohbetlerini dinlerim… Allah ondan razı olsun, biz ondan çok şeyler
öğrendik ve istifade ettik”.
Cübbeli Ahmet hoca’nın ara sıra bazı muhitlerde sohbetlerde bulunması,
onun şöhretinin artmasına sebep oldu. Bir defa onu dinleyen bir daha
dinlemek istiyordu. Böylece her geçen gün çevresindeki sempati alanı
gelişti. Çevresindeki halka genişledikçe, hergeçen gün değişik semt ve
illerden davet alamaya başladı. Artık Cübbeli Ahmet Hoca hem ilim
tahsili yapıyor, hem de talebelerine ders veriyor, hem de akşamları
değişik bölgelerdeki davetlere icabet ederek sohbetler yapıyordu.
Cübbeli Ahmet Hoca’nın yaşının küçüklüğüne rağmen sohbetlerinde üzerinde
durduğu;
“Allah ve Resulünün rızasını kazanmak, onların gittiği yoldan giderek,
insanlığı ebedi saadete ulaştırmak. Toplumun baş belası olan içki, kumar
ve fuhşiyata karşı insanları uyarmak. Vatan ve millet sevgisini
insanlara aşılamak…Toplumun ahlak yapısını bozacak, insanları rahatsız
edecek hareketlerden uzak durulması, inanların birbirinin kardeşi
olduğu, beşeri ilişkilerde bu kardeşlik duyguları ile birbirlerine karşı
hareket etmeleri gerektiği… Gibi konulardır. Ömrünü insanların dünyevi
ve uhrevi mutluluğuna adayan bir gönül dostu olmuştur.
Yaşantısı bu yoğun tempoyla devam ede dursun, bir yandan askerlik çağı
yaklaşmaktadır. Her Türk genci gibi Vatan vazifesini sabırsızlıkla
beklemekte, Bu kutsal vazifeyi bir an önce yapmak istemektedir. Askerlik
hazırlıkları yapılmaya başlandığı sıralarda, bir gün bir sohbette baş
dönmesi yaşar. Aynı günün gecesinde eve geldiğinde baygınlık geçirir.
Doktora gidilir : Doktor yorgunluktan olduğu yönünde teşhis koyar. Fakat
aradan geçen günlerde rahatsızlığı devam eder ve her geçen gün biraz
daha artar. Çok daha detaylı bir sağlık kontrolünden geçmesi
gerekmektedir. Tam teşekküllü bir sağlık merkezinde yapılan
kontrollerde, sonuç hiç de iyi değildir. Hoca Efendi’ye teşhis koyulur. “
İleri seviye şeker”. Ahmet Hoca şeker hastasıdır, şeker 450 ve üzerine
çıkmaktadır. Bu durum karşısında tedaviye ve tedbirlere baş vurulur.
Ahmet Hoca’nın bütün yaşantısı alt üst olmuştur. Ahmet Hoca hastalığına
rağmen programının aksatma taraftarı değildir. Yakınlarının ısrarlarına
rağmen yoğun temposuna devam eder.
Bu arada askere de gitmek istemekte fakat doktorları bu şekilde askerlik
yapamayacağını söylemektedirler. Bu arada muayene için gittiği askerlik
şubesi, onu askeri hastaneye gönderir. Askeri hastanede yapılan
muayenesinden sonra heyet şu sonuca varır: “Ahmet Mahmut Ünlü bu haliyle
askerlik yapamaz”. Bu sonuç Ahmet Hoca’yı son derece üzmüştür fakat,
elden pek bir şey gelmez.
Cübbeli Ahmet Hoca Efendi’nin sohbetleri tüm ülke sathına yayılmaya
başlamıştır. Her gün değişik bölgelerden davetler gelmekte, Hoca Efendi
bu davetlere mümkün mertebe cevap vermeye çalışmakta, bir çoğuna da
zaman darlığından yetişemeyerek geri çevirmektedir.
Cübbeli Ahmet Hoca’nın sempati alanının genişlemesi ve ilginin artması
beraberinde bazı sorunları, talepleri de beraberinde getirir. Bu geniş
Kitlenin oluşturduğu ilgi alanına değişik ihtiyaç sahipleri de girmeye
başlamıştır. Bunlar fakir, geçim darlığı çekenlerden tutun, okumak için
memleketini terk ederek İstanbul’a gelen öğrencilere yardıma kadar…
Öğrencilere bursdan, hayır kurumlarının yardım talebine kadar bir çok
istekle karşı karşıya kalmaktadır.
Bu yoğun ilgi ve talep Ahmet Hoca’yı arayışa iter. Nihayet yakın
çevresiyle Yaptığı istişareler sonucunda merkezi Fatih İlçesinde olmak
üzere bir vakıf kurulmasına Karar verilir. Bu karardan kısa bir süre
sonra ”Fatih Hak Ve Hizmet Vakfı” kurulur. 1990 yılların başında kurulan
ve faaliyete geçen vakıf kısa zamanda tüzüğüne uygun çok büyük
hizmetler yapar. Binlerce ihtiyaç sahibi vakfın imkanlarından
faydalanır.
Vakıf ilmi faaliyetlerde de bulunur, değişik ülkelerden gelen ilim
adamlarını alırlar, onların ülkemizde bulunduğu sürelerdeki
ihtiyaçlarını karşılar. Ahmet Hoca vakfı tüm insanlığın hizmetine
sunmak, her ne ihtiyacı olan olursa olsun, bu kapıya gelenin boş geri
çevrilmemesi prensibi ile hareket eder. Hatta vakfın imkanlarının kafi
gelmediği zamanlarda, Babasının imkanlarının vakıf için seferber
ettirdiği birçoklarınca bilinen bir gerçektir. Ahmet Hoca vakfın idare
heyetine derki;
“Bu kapıya gelen boş geri çevrilemeyecektir.”
Fikir Yapısı
Bütün vaaz’u nasihat ve sohbetlerinde; Ehli Sünnet çizgisinin dışına
çıkmamış, Dindeki hurafe ve bidatlarla mücadele etmeyi kendine şiar
etmiş bir İslam Alimidir. Bu noktadaki tavrı yüzünden zaman zaman
kimliği belirsiz illegal güç odaklar tarafından tehdit edildiği de
olmuştur. Bu konuda yakın çevresi Hoca’yı uyarır, biraz daha temkinli
hareket etmesini ister. O bu uyarılara ; “ Hasbunallahi veni’mel vekil”
demektedir.
Ülkemizin milli birlik ve bütünlüğünü ehemmiyetle gözeten, bu konuda
görev yapan Müslüman vatan evlatlarına dualarını hiçbir zaman eksik
etmediği gibi, bütün sevenleri de bu yönde yönlendirmektedir.
Şiddetin her türlüsüne karşı olmuş, bu konuda çevresine uyarılarda
bulunmuş, özellikle provokosyonlara karşı sempatizanlarını uyarmıştır.
Bunun en son örneği de tutuklanması esnasında yaşanmıştır. Yakın
çevresinde bulunanlara, altını çizerek söylediği:
“Hiçbir yanlış harekete müsaade etmeyin, sevenlerimizi kışkırtmak
isteyenler olabilir, onlara söyleyin her hangi bir kışkırtma ve
provakoya gelmesinler”.
Başına gelen bu musibet ve iftiralar için de söylediği sözler onun ne
derece yüksek makam sahibi olduğunu göstermektedir:
“Vela için bela, zehep için lehep gibidir, Kişi dinindeki sağlamlığına
göre imtihan olunur. Dinin de sıkı olana büyük bela, zayıf olana ise
küçük musibetler gelir”. İşte Alimin teslimiyeti böyle olur.
Dünya İşleri Ve mal varlığı
Cübbeli Ahmet Hoca’nın ömrü boyunca dünya işleri ile hiç alakası
olmamıştır. Hayatı boyunca hiçbir dünyevi ticaretin içinde veya yanında
olmamış. 1997 yılına kadar babasının kazancı ile geçimini sağlayan Ahmet
Hoca, 1997 yılın da babasının işlerinin bozulması ve iflas etmesi
neticesinde bir ara çok sıkıntılı günler geçirdi. 1997 den sonra bizzat
kendisinin kaleme aldığı risalelerin geliri ile geçimini sağlamaktadır.
Basında yazıldığı üzere ; bir semtte lüks daireleri, bir başka yerde
ticarethanesi, bir başka yerde vesaire tamamı uydurma ve yalandır.
Sohbetlerinden dolayı birçok defa adli takibata uğrar, bu adli
takibatlar neticesinde ya beraat eder veya takipsizlik kararı alır.
Bunca yıldır yaptığı sohbetler neticesinde defalarca adli takibata
uğramasına rağmen hiçbirinden hüküm giymemiştir.
Emniyet birimlerinin her davetine icabet etmiş, gerek emniyeti gerekse
adli makamları aldatma, yanıltma veya oyalama yoluna hiçbir zaman
teşebbüs etmemiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder